18 Şubat 2018 Pazar

Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi - Zuhal Süzgün (Gezgin)

ÖNSÖZ

Dışişleri ve Milli Eğitim Bakanlıklarımızın teklifi üzerine, Türk İnkılap Tarihi Enstitümüz tarafından tertip edilen "Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi" konulu semineri Kasım 1967 tarihleri arasında Ankara'da yapılmıştır.

Bu seminer için "Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği" (ReD) teşkilatının 22 . 1 . 1967 tarihinde Ankara'da toplanan Bakanlar Konseyi toplantısında karar alınmış olduğu Enstitümüze bildirilmiş, seminerin organizasyonu Dışişleri ve Milli Eğitim Bakanlıkları tarafından yapılmış, ilmi hazırlığı ve proğramının yönetimini Enstitümüz idare etmiştir.

Bu seminere Pakistanlı ve tranlı bilginler birer tebliğ ile katılmışlardır.

Enstitümüzün hazırladığı proğrama göre, üyelerimizin tebliğleri Türk Tarih Kurumu binasındaki toplantı salonunda okunmuş ve üzerlerinde tartışmalar yapılmıştır. Bunların metinleri İngilizceye çevrilmiş ve Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanması öngörülmüş ise de, bu tarihe kadar yapılamadığı için Enstitümüz yayınları arasında basılması uygun görülmüştür. Yanlız burada banda alınmış olan tartışmalarla, İngilizce çevrileri konamamıştır.

İran ve Pakistan'lı meslektaşlarımızın bu konuya ilgi göstererek seminere katılmış olmalarından dolayı kendilerine müteşekkiriz.

Aynı zamanda tebliğlerin tümü, bu belirli konuyu işlerken semineri faydalı ve verinıli kılmıştır. Bu konular pek tabildir ki, daha çok işlenecek ve tarihi -belgelerin ışığı altında yeni bilgiler de verecektir.

Ancak bu kitabımızı Enstitü yayınlarımız arasında basmakla 1967 yılına ait seminer çalışmalarını daha geniş bir okuyucu topluluğuna sunmayı uygun bulduk.

Çünkü bu tebliğler 1967 yılının bir III fikir hareketi olarak belirli bir toplulukta yapılmıştır. Yazılar seminerdeki programa ve okunuş sırasına göre tertip edilmiştir. Bunları yayınlarken, semİnerimize katılan sayın üyelerimizin bu konudaki düşünce ve İncelemelerİni de yayınlama fırsatını bulmuş oluyoruz.

Bu kitabın tertibi, yayına hazırlanması ve endeks Enstitümüz memuru Zuhal Süzgün tarafından yapılmış ve her türlü basın işleri kendisi tarafından takip edilmiştir.

T.İ.T. Enstitüsü adına tebliğleri yapan üyelerimizle kitabı hazırlayan memurumuza te§ekkür ederiz.

Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Afet İnan

9 Şubat 2018 Cuma

Binboğalar Efsanesi - Yaşar Kemal

ESERİN ADI: BİNBOĞALAR EFSANESİ
YAZARI: YAŞAR KEMAL

Eser İncelemesi:
Kısa Özeti:
Binboğalarda yani Toroslarda Aladağ'ın koyağında Yörük obası, uzun süre yerleşecek bir yer bulamaz. Karaçullu obası, nereye gitse oranın sahiplenilmiş olduğunu görür. Yerleşmek istedikleri yerlerde ayakbastı parası istenir: para vermediklerinde kendilerine zulmedilir. 

Bazen göçebe kabilenin güzel kızlarına talip olduklarında anlara kalacak yer gösterirler. Karaçullu obasından Ceren'e de Oktay adlı bir ağa çocuğu âşık olur. Ceren, Oktay Bey'le evlenmeye karar verirse oba sürünmekten kurtulacaktır. Ancak Ceren'in gönlü Halil'dedir. 

Ceren, Oktay Bey'in aşkına karşılık vermez. Karaçullu obası için bu son çözüm yolu da gerçekleşmez ve dağılış süreci başlar. Binboğalar Efsanesi, yüzyıllarca yerleşik düzene geçmemek için direnen Türkmenlerin romanıdır. Roman, Hıdırellez şenliklerinde, göçerlerin kış için sığınacak toprak bulma dilekleri ile başlar. Ancak kış onlar için bir tükeniş öyküsüne dönüşür. Roman, Yörüklerin yok oluşuna yakılmış bir ağıttır.

Ayrıntılı Özeti:

1876’da Türkmenle Osmanlı arasında Çukurova’da bir savaş oldu. Osmanlı Türkmeni yerleştirmek, toprağa çekmek, ondan vergi almak, onu asker etmek istiyordu. Türkmense buna karşı koyuyordu. Dövüş beter oldu, bu dövüşte Türkmen yenildi ve iskan edildi. O gün bugündür bu yenilginin acısı, iskanın kepazeliği hiçbir Türkmenin yüreğinden çıkmaz.

Savaşta yenilmelerine, zorla iskan edilmelerine, sürülmelerine karşın Türkmenin hepsi buna boyun eğmedi iskandan sürgünden kaçanlar gene eski yaşamlarını, konup göçmeyi sürdürdüler. Ama gittikçe Yörüklük zorlaşaral bugünlere geldi, hele bugünlerde çekilmez bir hal aldı. Toroslar’da Aladağ’ın kayağında Yörük Karaçullu Obası, uzun yıllardır Çukurova’da temelli yerleşecek bir toprak parçası bulamamıştır ve Çukurova Türkmenin, yörüğün, Aydınlın yörüğün yaylağıdır. Yörükleri ne bu kışlaktan,ne bu yaylaktan kolay kolay ayıramazsın, ölürler.

Beşi altı Mayısa bağlayan gece bir Ayin-i Cem düzenlenir. Bu gece Hidrallez gecesidir. Denizlerin ermişi İlyas’la karaların ermişi Hızır buluşacaklardır. Dünya kurulduğundan bu yana bu iki ermiş her yıl, yılın bu gecesinde buluşurlar. Eğer bir yıl buluşmayacak olsalar, denizler deniz, topraklar toprak olmaktan çıkar. Eğer onlar buluşmazlarsa; kıyametin habercileri Hızır’la İlyas olacaktır. 

Hızır’la İlyas’ın buluştuğu an bir mağrıptan, biri maşrıktan iki yıldız doğar, yıldızlar Hızır’la İlyas’ın buluştuğu yerin üstüne kayarak gelirler, tam Hızır’la İlyas birbirlerinin elini tutarken onlar da birleşirler, tek bir yıldız olurlar.Hızır’la İlyas’ın üstüne ışık olup sağılırlar. Hızır’la İlyas’ın el ele tutuştuğu, yıldızların gökte birleştiği an dünyada her şey durur. Dünya bir an için ölür. Sonra her şey birden uyanır. 

Dehşet bir yaşam patlar. İşte bu gece sabaha kadar insanlar birleşen yıldızları görmek için tepelere, dağ başlarına çıkarlar. Kim ki gökyüzünde yıldızların birleştiğini görür o anda ne isterse olur, işte yine bir Hidrallez gecesinde bütün oba, Aladağ’da yaylak, Çukurova’da kışlak dileğinde bulunacaktır ama o gece obalılar verdikleri sözün hilafına, gizlice kişisel dilekte bulunurlar.

Ermiş olarak gördükleri Demirci Haydar Usta’da on iki yaşındaki torunu Keremle birlikte kayağın yamacında iki yıldızın birleşmesini izlemeye koyulur. Bu arada Haydar Usta torununa sen daha tertemiz melek gibisin diyerek, mutlaka sana görünür. Aladağ’da yaylak, Çukurova’da kışlak isteyeceksin der. 

O gece Haydar Usta’nın artık uykusu gelip gözleri kapandığı sırada gökten iki yıldız kopup hızla birbirlerine doğru gelirler. Kerem de bütün oba gibi Çukurova’da kışlağı ben napayım diyerek, bir şahin dileğinde bulurunur. Obanın Çukurova’da kışlak bulması imkansızdır. Her yer zamanında paylaşılmış. Kimse Yörükleri Çukurova’da istememekte düşman gözüyle bakmaktadır. 

Obanın atık iki umudu kalmıştır. Biri Yörüklerin en güzel kızı Ceren’dir. Hasan Ağa’nın oğlu yangındır Ceren’e ve Hasan Ağa’nın da yüz bin dönümden fazla toprağı vardır. Hasan Ağa’nın oğlu Yörüklere, eğer Ceren’i bana verirseniz bende size çiftliğin bir köşesinde yer veririm; köy kurarsınız demektedir fakat Ceren, Oktay Bey’le evlenmek istemez. Onun gönlü Halil’dedir. Bütün oba Ceren’i Oktay Bey’le evlendirebilmek için yediden yetmişe çalışırla ama nafile.

Diğer şansları da Demirciler Ocağı Piri Haydar Ustanın 3 yılda gece gündüz demeden yaptığı altın işlemeli kılıçtır. Zamanında Rüstem Usta bir kılıç yapıyor on beş yıl çalışıp kılıcını padişaha götürüyor. Rüstem usta kökten sürme, ocaktan yeşerme değil, daldan eğme, çıraklıktan gelme. Padişah bakıyor kılıca, hayran kalıyor dile benden ne dilersen Rüstem Usta diyor. 

Rüstem Ustadır dize gelip senin canının sağlığını dilerim padişahım diyor. Padişah, benim canımın sağlığından sana ne fayda dile benden ne dilersen. Rüstem Ustadır, padişahım diyor, bize kışlak gerek, yerliler bizi perişan ediyor. Padişahtır, bir ferman haykırıyor yürü git Aydın ilini senin obana verdim diyor.

Haydar Usta, büyük bir umutla Adana’ya gider önce ramazanoğullarına sonra bütün büyük ağaların kapısını çalar, kimi Haydar Usta’yla görüşmek istemez, kimi de Haydar Usta’nın cebine iki kuruş koyup onu yollamaya kalkar. Haydar Usta’nın artık umutları iyice körelmektedir en son çare İsmet Paşa’nın kapısını çalar, dışarı çıktığı sırada İsmet Paşa’nın yanına giderek Türkmen yörüğünün yaşadıklarını hararetli hararetli anlatır ve kılıcını gösterir. 

İsmet Paşa kılıca bakar ve güzel bir kılıç deyip yoluna devam eder. Son olayda birlikte Haydar Usta’nın Çukurova’ya vardığında da bütün obanın umutları tükenir. Yörükler zaman içinde Çukurova’nın zorlu şartlarında azalır azalır ve tükenirler. Binboğalar Efsanesi bir kültürün bitişinin hikayesidir.

Roman Karakterleri Hakkında Bilgi:

HAYDAR USTA : Demirciler ocağı piri, horasan erenlerinden bakır kızılı uzun sakallı, çakmak gözlü bir adamdır. Yörüğün en temiz kalplisi olduğundan, oba tarafından ermiş olarak görülür.
CEREN : Yörüğün bugüne kadar ki en güzel kızı, dünyalar güzeli, uzun boylu, yanık tenli, büyük ela gözlü bir kızdır.
KEREM : Haydar Usta’nın torunudur ve Hıdrallez gecesinde Çukurova’da kışlak yerine, şahin istediği için hep pişmanlık duyar.
HALİL : Ceren’in sevgilisi, Jandarmadan kaçtığı için bir türlü Cerenine konuşamaz en sonunda çatışmada vurularak ölür.
OKTAY BEY : Zengin bir ağa oğludur. Ceren’e aşıktır ama Ceren’in gözü Halil’den başkasını görmez. Ceren’i elde edebilmek için bütün obaya kışlak sözü verir ama oba bile Ceren’i ikna edemez. Oktay Bey Ceren’in aşkıyla obanın peşinde sürünür.
SÜLEYMAN KAHYA : Obanın başı, kahyasıdır. Etine dolgun orta boylu, kır sakallı, şayak şalvar giyip, şalvarın üstüne dizine kadar nakışlı çorap çeken, yeşil gözlü hep gülen bir kişidir.

Romanın Ana Fikri:

Anadolu’da göçebeliğin bitişini anlatan Binboğalar efsanesi yüzyıllarca toprağa yerleşmek için direnen, ferman dinlemeyen, Yörüklerin değişen toplumsal koşullar karşısında ortada kalmasını ve bu sefer de bir yere yerleşebilmek için savaşmaları gerektiğini fakat bu savaşta başarısız olup yavaş yavaş tükendiklerimi ve göçebeyken bir toprak parçası edinip yerleşmek istememelerinin pişmanlığıyla yok olan ama bu yok oluş sırasında bile Hıdrallez gecesinde bir dilek diledikleri zaman bütün obanın Çukurova’da kışlak yerine kişisel dileklerde bulunmasının çarpıcılığı.

Romanın Ayrıntılı İncelemesi:
OLAY BAKIMINDAN GERÇEĞE UYGUNLUK

Binboğalar efsanesi gerçek çizgisinden ayrılmıyor, çok gerçekçi ve heyecan verici bir hikaye Anadolu gerçeği birebir anlatılıyor.

ŞAHISLAR BAKIMINDAN HAYATA UYGUNLUK

Şahıslarda hem konuşma üslupları ve kıyafetleriyle hem de düşünce tarzıyla tamamen Anadolu Yörüğünün geçiş dönemindeki halini yansıtıyor.

DİL VE ÜSLUP BAKIMINDAN

Yaşar Kemal’in görkemli, şiirsel aynı zamanda modern anlatım tarzı sonsuz sürükleyici, epik gücü, eleştirisi gerçekten ayrılmayan masal unsuru da çok etkili Dili zengin ve dinamik çizdiği sahneler çok güçlü.

YER VE ZAMAN BAKIMINDAN

Adana yöresinden olan Yaşar Kemal’in diğer romanları gibi Binboğalar Efsanesi de Çukurova’da geçiyor. Bugün Türkiye’nin en zengin tarım alanı olan, pamuk tarlalarının göz alabildiğine uzayıp gittiği Çukurova, 19. Yüzyılın başlarında bataklıklarla kaplıydı çevredeki dağlar ise toprak isteyen göçebe Yörük ve Türkmenlerle doluydu. Binboğalar Efsanesi’nde 19. yüzyıldaki Çukurova’nın bu halini anlatıyor.

ÇIKARILAN SONUÇ NEDİR?

Anadolu Yörüğü’nün göçebe yaşamak için direndiğinin ama değişen toplumsal koşullarla beraber artık göçecek toprak parçası bulamamalarıyla Çukurova’da kışlak edinmedikleri için duydukları pişmanlıkla yitip giden bir kültür. Bu kadar zor durumdayken bile obanın Hıdrallez şenliklerinde Çukurova’da kışlak yerine , kişisel dileklerde bulunmaları. İnsanların kendi çıkarlarını, toplumsal çıkarlardan daha önemli görmesi.

Beyaz Gemi - Cengiz Aytmatov

ROMANIN KONUSU:
Roman, San-Taş Vadisi’nde etrafındaki beş-altı insanla yaşamak zorunda olan, dedesinden başka seveni olmayan, gerçek hayatında mutsuz olan fakat hayal dünyasında mutlu olmaya çalışan bir çocuğun psikolojisini konu almakyadır.

ROMANIN ÖZETİ:
İnterneti daha hızlı dolaşın. Google Araç Çubuğuyla birlikte Firefox’u da alın
Çocuk San-Yaş Vadisi’nde dedesi, üvey ninesi, Orozkul, Bekey hala, Seydahmet, Gülcemal ve köpeği Beltek ile berabar yaşamaktadır. Vadide sadece üç ev vardır. İlk evde dedesi ve üvey ninesi ile çocuk;ikincide Mümin dedenin büyük kızı Bekey hala ile kocası korucubaşı Orozkul; üçüncüde ise tembel işçi Seydahmet ile karısı Gülcemal ve küçük kızları yaşamaktadırlar.

Çocuk bu küçük dünyada mutlu olmaya çalışmaktadır. Hiç arkadaşı yoktur ve okula henüz başlamamıştır. En büyük zevkleri dedesinin kendisine dere kıyısında yaptığı gölette yüzmek; “Deve, Kurt, Eyer ve Tank” isimlerini verdiği kayalarıyla konuşmak; dedesinden masal dinlemek ve dağa çıkıp dedesinin dürbünüyle kasabaya, Isık Göl’e ve San-Taş Vadisi’ne daha yakından bakmaktır. Her akşam eline dürbününü alıp, dağ başına çıkar ve Isık Göl’de ancak beş-altı dakika görünüp kaybolan beyaz gemiye bakar.

Annesi ve babası onu çok küçük yaşlarda terketmişlerdir. Annesi şehirde kendine yeni bir yaşam kurmuştur. Çocuk babsının beyaz geminin kaptanı olduğuna, bir gün başı insan başı olan bir balık olup beyaz gemiye kadar yüzeceğine ve babasıyla konuşacağına inanmaktadır. Dedesi çok iyi kalpli, çalışkan,köse bir insandır. 

Çevresindekiler ona Kıvrak Mümin lakabını takmışlardır. Damadı Orozkul’un yanında çalışır ve onun emirlerini yerine getirir. Orozkul şişman, koca kafalı içki içmeyi çok seven, çabuk sinirlenen bir korucubaşıdır. Mümin’in kızı ve Orozkul’un karısı olan Bekey kısır bir kadındır. Orozkul bunu Bekey’in suçu olarak bilir ve her akşam içip onu döver. 

Orozkul arada bir arkadaşlarıyla içmeye gider ve sarhoş olunca yanındakilere birer tomruk sözü verir. Tomruğu kesip dağdan indirme, çayın karşısına geçirme ve kamyona yükleme zamanı gelince de verdiği söze pişman olur ama iş işten geçmiştir. Arada bir vadiye şehirden “Maşin Mağaza” denilen içi ıvır zıvır dolu bir araba gelir. Bir gün yine Maşin Mağaza geldiğinde dedesi çocuğa bir okul çantası alır. Ertesi yıl çocuk okula başlar. 

Çocuk dedesinden masal dinlemeye bayılır. Her akşam artık ezberlediği “Boynuzlu Maral Ana” masalını dinler . Dedesine göre hepsi Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan gelmektedirler. Çocuk da buna inanmaktadır. Masala göre maral ana San-Taş Vadisi’ni terketmiştir ama onları sürekli korumaktadır. Mümin çocuğu her gün atıyla okula göyürüp getirmektedir. Okul çok uzaktadır ama hiç geç kalmamıştır.

Çocuk bir gün yol kenarındaki kayalarıyla oynarken San-Taş yakınlarından kuru ot almaya gelen beş-altı kamyonluk bir konvoy görmüştür. Çocuk en öndeki kamyonun peşine takılıp koşmaya başlar. Çocuğu gören şoför durur ve çocukla biraz konuşur. Şoför genç ve yakışıklı biridir. Adı Kulubeg’dir. Çocuğa dedesini tanıdığını, kendisinin de Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan geldiğini söyler ve ayrılır.

Ertesi gün Mümin dede ile Orozkul yine dağdan bir ağaç indirirler. Bu sırada uzun zamandan beri ormanda görülmeyen maralları görürler fakat işleri olduğundan onlarla ilgilenemezler. Akşam olmuştur. Dede, Orozkul’a söyleyip çocuğu okuldan almaya gitmek ister fakat Orozkul ağacı indirmeleri gerektiğini söyleyip izin vermez. 

Tomruğu çaydan geçirirlerken tomruk çayda kayalara takılır. Çıkarmak için çok uğraşırlar ama çıkaramazlar. Dede vaktin çok ilerlediğini farkeder, daha fazla dayanamaz ve daha önce hiç yapmadığı bir şey yapıp Orozkul’dan izin almadan çocuğu almaya gider. Çocuk akşama kadar okulun kapısında dedesini beklemiş ve ağlamaktan gözleri şişmiştir. Dede yolda çocukla öğretmenine rastlar. Çocuğu öğretmeni eve getirmektedir. 

Dede öğretmenden özür dileyip çocuğu alır ve yola koyulurlar. Çocuk dedesine küsmüştür. Hiç konuşmamaktadır. Dede çocuğun gönlünü almak için Boynuzlu Maral Ana’yı gördüğünü söyler. Çocuk bu habere çok sevinir. Dedesine ormana gitmek için yalvarır fakat akşam olduğu için eve dönerler. 

Eve geldiklerinde Orozkul’u sabahki olaydan dolayı çok sinirlenmiş bulurlar. Orozkul o gün Bekey halayı yine dövmüştür. Çocuk evin bu durumuna çok üzülür ve yatmaya gider.

O gece müthiş bir dipi çıkar. Gece yarısı Kulubeg ve arkadaşları yolda kaldıkları için Mümin dedenin evine sığınırlar. Kulubeg ve arkadaşlarının gelmesiyle evdeki hava biraz yumuşar. Sabah kamyoncular evden ayrılırlar. Aynı gün Orozkul’un tomruk sözü verdiği arkadaşı tomruğu almak için gelir. Adı Koketay’dır. İri yapılı, esmer biridir. 

Tomruk ise hala önceki gün bıraktılları yerde çayın içinde beklemektedir. Tomruğu almak için Orozkul, Koketay ve Seydahmet yola koyulurlar. Dede de Orozkul’un kendini affedeceği düşüncesiyle peşlerine takılır. Orozkul kıyıda emirler yağdırırken Mümin dede, Seydahmet ve Koketay tomruğu çıkarmaya çalışmaktadırlar. O sırada çayın karşısında birkaç tane maral görürler ama işlerini bırakamayacaklarından marallarla ilgilenemezler. Biraz uğraştıktan sonra tomruğu çıkarıp kamyona yüklerler.

Çocuk o gün hastadır ve önceki gün akşamdan beri evde yatmaktadır. Akşam üzeri kahkaha sesleriyle uyanır ve bahçeye çıkar . Herkes neşe içindedir ve hepsi de sarhoştur. Dede ise et dolu bir kazanın yanına çökmüş sessizce kazanın altındaki ateşle oynamaktadır. 

Çocuk hemen dedesinin yanına gider. Ona seslenir fakat dede duymaz. Birkaç defa daha seslenir fakat dede hiç cevap vermez. Çocuk kötü birşeyler olduğu hissine kapılır. Az ilerde Bekey’i, Seydahmet’i,Gülcemal’i ve Koketay’ı görür. Hepsi de yiyip içmekte ve eğlenmektedirler. Çocuk önce neler olduğunu anlamaz. Avlunun dışında henüz kanı kurumamış geyik derisini, bağırsak eşeleyen Beltek’i ve elindeki baltayla Maral Ana’nın boynuzlarını kırmaya çalışan Orozkul’u görünce neler olduğunu tahmin eder. 

Çocuk bu korkunç manzara karşısında dayanamayıp içeri kaçar ve yorganın altına girip ağlamaya başlar. Bu arada Kulubeg’in gelip onu kurtaracağını ve Orozkul’a haddini bildireceğini hayal etmektedir. Az sonra sofra içeri kurulur. Çocuk hayalinden yine kahkahalarla uyanır. O sırada Seydahmet olanları anlatmaktadır. 

Çocuğun bir türlü anlam veremediği olaylar şöyle cereyan etmiştir: Tomruğu çıkardıktan sonra Seydahmet ile Mümin dede ormana çalışmaya giderler. Bu arada maralları yine görürler. Seydahmet onları vurmak ister, dede ise buna karşı çıkar. Seydahmet dedeyi dinlemeyip maralların peşine düşer. Dede de Seydahmet’in arkasından gider. 

Seydahmet maralları vuracaktır ama sarhoş olduğu için nişan alamaz ve tüfeği dedeye verip maralları vurması gerektiğini, vurmazlarsa kaçıracaklarını ve Orozkul’un dedeyi affetmeyeceğini söyleyip dedeyi kandırır. Dede ise maralları vurursa Orozkul’un onu affedeceğini ve herşeyin düzeleceğini düşünerek marallardan birini istemeye istemeye vurur.

Çocuk bunları duyunca çıldıracakmış gibi olur ve dışarı kaçar.Dedesini yerde toz toprak içinde yatarken bulur. Ona birkaç defa yine seslenir ama dede yine duymaz. Olanlara dede kendi de inanamamaktadır. Çocuk dedesinden bir tepki alamayınca balık adam olup babasına ulaşacağını düşünerek koşar ve kendini dereye atar. Hızla akan su çocuğu alıp götürür fakat çocuk hiç bir zaman balık olmayacaktır. 

ROMANIN ANAFİKRİ :
İnsanları güçsüz ya da hoşgörülü oldukları için ezmeye çalışmamalı ve küçük çıkarlar uğrunda doğaya zarar vermemeliyiz.

ROMANDAKİ OLAYLARIN VE KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ : 
a.OLYLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :
Romanda olaylar belli bir sıra dahilinde anlatılmamış; atlamalar yapılmıştır. Buna rağmen okuyucu olaylar arasında bağlantı kurmakta zorlanmamaktadır. Kitaptaki olaylar genelde bir-iki kişi arasında yaşanmış küçük olaylardır.Olayların tasviri iyi olduğu için okuyucu olayları kolayca hayal edebilmektedir.
b.KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ :
MÜMİN DEDE : Çok iyi kalpli, yardımsever,çalışkan bir insandır. 60-70 yaşlarında köse bir ihtiyardır.Damadı Orozkul’un yanında çalışmaktadır. Vadideki üç evin birinde ikinci karısı ve torunu ile yaşamaktadır.
ÇOCUK : 5-6 yaşlarında, kısa boylu, kepçe kulaklı, çirkin bir çocuktur.Hiç arkadaşı yoktur. Hayalperest ve mutsuzdur. Doğayı çok sever.
OROZKUL : Şişman, koca kafalı, içki içmeyi çok seven, insanlardan ve doğadan nefret eden, sinirli,umursamaz biridir. Korucubaşıdır fakat ormana en çok o zarar vermektedir.
BEKEY : Orozkul’un karısı ve Mümin’in kızıdır.Kısırdır,sabırlı ve hoşgörülü bir kadındır.
SEYDAHMET : Uzun boylu, çirkin biridir.Tembeldir. Orozkul’un ve dedenin yanında çalışmaktadır. Bir karısı ve bir kızı vardır.
GÜLCEMAL : Seydahmet’in karısıdır. Günlerini genelde çocuğun ninesine ve Bekey’e yardım etmekle ve kızına bakmakla geçirir.
KULUBEG : Genç , yakışıklı ve güçlü bir şofördür.Mümin dede ve çocuk gibi boynuzlu maral ananın soyundan geldiğine inanmaktadır.
KOKETAY : Orozkul’un arkadaşıdır. İri yapılı ,esmer tenli bir adamdır.
Romanda ayrıca çocuğun annesi, babası,boynuzlu maral ana, köpeği Beltek, kayaları “Eyer, Tank, Deve, Kurt” karakterlerinden de bahsedilmektedir ama bu karakterler hakkında çok fazla bilgi sunulmamıştır.

ROMAN HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER : 
Kitabın başlığı ile içeriği arasında bence uyumsuzluk var.beyaz gemiden kitapta çok fazla bahsedilmemekle birlikte olayların beyaz gemi ile alakası yok denecek kadar az.Betimlemeler yetersiz ve akıcılık kısıtlı.Buna rağmen okuyucu olaylar arasında bağlantı kurmakta zorlanmıyor. Kişilerin fiziki özellikleri üzerinde çok az durulmasına karşın; çocuğun psikolojisi iyi anlatılmış.

ROMAN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :
Dünyanın yaşayan büyük edebiyatçılarından Kırgız, Türk romancısı Cengiz Aytmatov , Kırgızistan’ın Talas bölgesinde, Şeker adlı köyde 12 Aralık 1928’de dünyaya gelmiştir. Babası Törekul Aytmatov ;Annesi, Tatar Türklerinden Nagim Gamzeyova hanımdır. Çocukluk yılları 2. Dünya harbine rastlayan ve 1945’te savaşın bitmesiyle yeniden eğitim hayatına dönen Aytmatov, 1950’de Kırgızistan Ziraat Enstitüsü’nü bitirmiş bir ziraatçıdır. Ancak edebiyata olan tutkusu onu ziraatçılıktan ziyade edebiyata çekmiş ve edebiyat eğitimi almak için Devlet Edebiyat Enstitüsü’ne devam etmiştir.

Eserlerini Rusça ve Kırgızca kaleme alan Cengiz Aytmatov, eserlerinde başta Ruslaştırma politikası olmak üzere, Kırgız Türkleri’nin tabii hayatlarını, yabancılaşmayı, modernizm karşısında tabiatın tahrib edilişine kadar pek çok meseleyi eserlerinde usta bir uslübla kaleme alma başarısını göstermiş nadir sanatkarlardan biridir. Dünya çapında ünlü bir edebiyatçı olarak adına iki defa jübile yapılan (1988’de 60.yıl , 1998’de 70.yıl) , hakkında konferanslar ve sergiler düzenlenen Aytmatov, halen yazarlığın yanında Kırgızistan ‘ın Lüksemburg Büyükelçiliği görevini yürütmektedir.

2. Meşrutiyet ve Sonrası Hatıralarım - Necmeddin Sahir Sılan

Kitap, Necmeddin Sahir Sılan'ın hatıralarının II. Meşrutiyet ve sonrasına ilişkin bölümünü içerir.

Hatıra sahibi Necmeddin Sahir Sılan, özgeçmişine ait bilgileri içeren hatıratının ileriki sayfalarında; Osmanlı'daki hürriyet mücadelelerine ve Meşrutiyet sonrasındaki siyasî gelişmelere değinir.

Daha çok, kendisinin kâtip olarak bulunduğu ve İttihatçıların yargılandığı 1918 Divan-ı Âli'sindeki gözlemlerini kaleme alan yazar, dönemin yoğun ve karanlık atmosferi hakkında da sağlıklı bilgiler vermektedir.

YAZARI : Necmeddin Sahir Sılan

8 Şubat 2018 Perşembe

İnce Memed - Yaşar Kemal

KİTABIN ADI              : İnce Memed
KİTABIN YAZARI         : Yaşar Kemal
YAYIN EVİ VE ADRESİ : Aka Kitabevi, İstanbul
BASIM YILI                : 1988

KİTABIN KONUSU                
Anadolu halkının geri kalmışlığı, cahil bırakılmışlığı ve köy hayatının sefaleti.

KİTABIN ÖZETİ
Toroslar’dan Akdeniz’e uzanan Dikenliözü’ndeki beş köyden birisi Değirmenoluk’tur. Bu köyün insanları  köylerinden dışarıya çıkmazlar. Onun için buraların kendine has kanun ve töreleri vardır. Bu kanun ve töreleri Abdi Ağa koyar ve uygular. Dışarıdan kimse  gelmez ve karışmaz.

Köyün yağız delikanlılarından Memed günlerdir Abdi Ağa’nın tarlasını sürmektedir. Artık dayanamayacağını anlayınca herşeyi bırakıp Kemse Köyü’ne gider ve Süleyman’a sığınır. Memed’in  bu yaptığı aslında bütün köy ahalisinin hayalidir. Memed kışı Kesme Köyü’nde geçirir. Anasını ve köyünü özlemiş olmasına rağmen dönmemekte kararlıdır. 

Bir gün köyden bir tanıdık onu görür ve bu haberi hemen Abdi Ağa’ya yetiştirir. Bunu öğrenen Abdi Ağa Süleyman’ın kapısına dikilir ve Memed alıp köye götürür. O yaz  Memed hasatı yapar ve Abdi Ağa’nın topraklarını sürer. Abdi Ağa ise ceza olarak ona hasatın beşte birini verir. O kış Memed ve anası çok zorluk çekerler.

Memed arkadaşı Mustafa  ile ilk defa kasabaya giderler. Yolda iyi, mert bir eşkiya olan ve hayranlık duydukları Kara Ahmet’le karşılaşırlar. Kasabadaki yaşam Memed’i çok etkiler. Ağaların olmadığı herkesin hür olduğu bu hayat özlemiyle Memed sevgilisi Hatçe’yi kaçırmak için köye gider ve barber kaçarlar. Abdi Ağa’nın yeğeninin nişanlısı olan Hatçe ile Memed’in kaçmalarının ardından Ağa’nın adamları ve yeğeni onları yakalamak için izlerini sürerler. 

Nitekim bulurlar. Aralarında çatışma çıkar. Abdi Ağa’nın yeğeni ölür, Memed yaralanır ve kaçar. Hatçe ise yakalanır. Memed’in sığınacak bir yeri olmadığı için Deli Durdu denilen bir eşkiyanın çetesine sığınır. Çetenin yaptığı haksızlıkları gören Memed Deli Durdu’dan nefret eder.

Bu sırada Abdi Ağa Hatçe’yi cezalandırmak için ona bir tuzak kurar. Yeğenini Hatçe’nin öldürdüğüne jandarmaları ikna eder ve Hatçe hapishaneye düşer.

Eşkiyalığa iyice alışan Memed zulmetmeye dayanamaz ve çeteden ayrılıp yeni dostlar bulur ve onlarla gezmeye başlar. Bir gece köye geldiğinde anasının öldüğünü duyar ve Hatçe’nin başına gelenleri öğrenir. Ardından Abdi Ağa’nın izini sürmeye başlar.

Bu arada Abdi Ağa Memed’i ortadan kaldırmak için bir tuzak kurar. Memed ise kasabada Hatçe’yi bulur ve bir yolunu bulup onu ve arkadaşını hapishaneden kaçırmayı başarır. Köylüleri de Abdi Ağa’ya karşı gelmeleri konusunda yüreklendirir. O kış köylüler Abdi Ağa’ya hasatlarından bir buğday tanesi bile vermezler.

Abdi Ağa Ankara’ya telgraf çeker ve Memed’in gizlendiği yeri ihbar eder. Jandarmalar Memed’i kıstırırlar. Aralarında çatışma çıkar. Tam bu sırada Hatçe doğum yapar. Memed eşi ve çocuğu için teslim olur fakat bu esnada Hatçe vurulur. Memed’in dünyası yıkılır. O sırada çıkan afla serbest kalır. Doğan çocuğunu Hatçe’nin hapishane arkadaşı alır ve Gaziantep’in bir köyüne götürür.

Olaylardan Abdi Ağa’yı sorumlu tutan Memed köye gelir ve Abdi Ağa’yı  vurur. Bu duruma sevinen köylü bayram eder. Memed ise atını dağlara doğru sürer ve o günden sonra Memed’den haber alınmaz.

O gün bu gündür Dikenlidüzü Köylüleri, çift koşmadan önce çakırdikenleri ateşe verirler. İşte tam o günlerde Alidağ’ın doruğunda bir top ışık patlar, üç gün üç gece yanar durur.

KİTABIN ANA FİKRİ
En yüksek makamlarda bile olsak kimseye haksızlık etmeye hakkımız yoktur.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
İnce Memed: Toroslar’da Değirmenoluk Köyü’nde yaşayan yoksul ve yetim bir köylü çocuğu. Abdi Ağa’nın baskısına dayanamaz, onun yeğenini öldürür ve dağa çıkıp eşkiya olur.
Abdi Ağa: Dikenliözü’nde bulunan beş köyün sahibi, merhametsiz, bencil ve zengin bir köy ağası.

20 Ocak 2018 Cumartesi

Anamın Kitabı - Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun belki romanlarımın bütün anahtarlarını verdiğim kitabım dediğ Anamın kitabı onun en önemli yapıtlarından biridir. İçindeki çocuğu dirilttiği bu kitabında Yakup Kadri, çocuklluk anılarından öte, bilinçaltına bir yolculuk yapma iddiasındadır. İnsanın alınyazısı çocukluğunda yazılmıştır ve hangi yaşa girerse girsin şuurunun altında daima çocuk kalışınını sebebi bundadır. diyen yazar, Anamın kitabı'yla klasik romanın çok yaygın bir görüşünü, karakter kaderdir formülünü onaylıyor.

Anadolu Notları - Reşat Nuri Güntekin

Yazar, Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişliği sırasında, uzun yıllar boyu Anadolu'da yaptığı gezilerin sağladığı gözlemlerinden bir bölümü bu kitapta toplamıştır. Özellikle Anadolu'da sık sık rastlanan tuluat tiyatrolarına da değinilen kitap, yazarın çeşitli yazılarından oluşuyor.